RSS
email

Suyun getirdiğinin hatırlattıkları ...

Bilirsin İsrail'in çocukları Yusuf ile Mısır'a gelmişlerdi. Ve o dönem o toprakları Krallar hanedanı boydan boya yönetmekteydi. İsrail'in çocukları kardeşleri Yusuf'un o toplumun gönlündeki yerinin etkisiyle de Mısır'a ve onun üst düzey yönetimine çok çabuk yerleşmişlerdi. Ve bu hal 100-200 yüzyıl devam etti. Daha sonra gerek İsrail'in oğullarının yönetimindeki yozlaşmalar sebebiyle gerek böyle bir fırsatı kollayanların çabalarıyla Krallar hanedanı yıkılmış ve yerine Firavunlar hanedanı hüküm sürmeye başlamıştı.

Firavunlar hanedanı ilk önce toplumdaki yapıyı allak bullak etti. Ve eski yöneticileri aşağılayarak ayak takımına çevirdi ve artık kendi elitleri vardı ve onlarla iş tutuyorlardı. Zamanla toplumdaki sınıflaşmayı derinleştirmişlerdi. Ve kimilerinin seçkin olarak yaratıldıkları kimilerininse köle olarak yaratıldıkları anlayışını topluma yaymışlardı. Oysa Adem'in çocukları bir elin parmakları gibiydi. Hiç birinin diğeri üzeride üstünlüğü yoktu. Farklılıkları onların zenginlikleriydi ve birbirlerini tamamlasınlar bir arada hep beraber hayat tesis etsinler diyeydi.

Firavun ve ekibiyse bunu görmezden geldi. Ve kendilerinin üstün yaratılışa sahip olduklarını ve yerin ve göğün Rabbi katında diğerlerinden üstün oldukları için iktidara sahip olduklarını söylemişlerdi. Ve bunu Allah tarafından sevilmeyenlen sefihlerin düşük bir yaratılışa sahip olduklarını ve kendilerine hizmet etsinler diye yaratıldıkları ve bu sebepten dolayı kendilerine kölelik etmeleri gerektiği iddiasıyla desteklemişlerdi.

İsrail'in çocukları dışardan gelmelerinin de etkisiyle toplumdaki en alt tabaka halini almışlardı ve toplumsal piramidin altında ezilmektelerdi.

Kandırmaca böyle devam edip dururken Allah Firavuna bir rüya gösterdi. Rüyayı yorumlayan o dönemin alimleri Firavuna “İsrailoğullarından bir çocuk çıkacak ve saltanatına son verecek” demişlerdi. Oysa alimler bilememişti zira hiçbir rüya kader değildi fakat insanın kimliğine ve geleceğine dönük uyarıydı. Bu yüzden Tevratta “yorumlanmamış rüya okunmamış mektup gibidir” denmişti. Ama belkide alimler Firavundan korktukları için bunu açıkça ifade edememişlerdi.

Ve bu rüya ile Firavuna bu sınıfçı ve zalimce anlayış ile devam edersen en aşağı gördüklerinden bir çocuk çıkarırız da onun eliyle senin düzenine son veririz denmek istenmişti. Dolayısıyla kendisine çeki düzen vermesi ve ayağını denk alması ifade edilmişti. Oysa alimlerin bu yanlış yorumu ve Firavunun yorumlanan kaderi önlemek için İsrail'in oğullarının çocuklarını öldürmeye kalkması artık bu uyarıyı onun kaderi yapmıştı.

Firavunun adamları her yerde İsrail'in oğullarının yeni doğan erkek çocuklarını araştırır ve öldürürken onlardan birinin annesine Allah “çocuğu nehre bırak biz onu sana geri döndüreceğiz” diye vahyetti. Çocuk sepetin içinde nehirde süzülürken annesi kamışların arasından onu izledi. Ve gördü ki çocuk doğrudan Firavunun hanımı Asiye'nin bulunduğu yere gitti. İçini bir korku kapladı zira o çocuğu onlardan korumak için böyle yapmıştı. Ama çocuk kaçırdıklarının kucağına düşmüştü.

Asiye durumu anladı ve çocuğa “suyun getirdiği” yani “Musa” adını verdi. Ve Firavuna kendi çocuğu olarak tanıttı. Firavun onu kabul edince artık Musa bir prens olarak yetiştirilmeye başlandı. Firavunun ve adamlarının her yerde aradığı artık burunlarının dibindeydi ve hatta onların himayesindeydi ama O göstermese kimse bir şey göremez, O dilemedikçe kimse bir şey dileyemezdi. Önce O'na bir süt anne bulmak lazımdı fakat çocuk hiçbir süt annenin sütünü emmiyordu. Derken çocuk için süt anne aradığı ilan edildi ve Musa annesine kavuştu.

Daha sonra Musa bir prens olarak yetiştirildi. O diğer kardeşiyle (üvey) birlikte saltanatın adayıydı. Diğeri daha ağır kanlı iken Musa tez canlıydı ve bu tez canlılığı ileride onun başına iş açacaktı.

Musa artık yetişkin biriydi ki kavga eden bir köle ve bir ustabaşı gördü. Köle statüsü gereği o toplumda haklı görülemezdi ama Musa ezilenlere karşı daima içinde bir yakınlık hissetmişti. Musa daha olayı dinleyip anlamadan tam ustabaşı köleye kırbaçla vuracakken ustabaşına “niye vuruyorsun adama” deyip bir yumruk attı. Ve ustabaşı bu yumruğun etkisiyle oracıkta öldü. Musa korktu ve şaşırdı. Zira amacı adamı öldürmek değil köleyi ezmesini engellemekti. Sonra oradan uzaklaştı. Ertesi gün aynı köleyi bir başkasıyla daha kavga ederken gördü ve köle onu görünce yardım istedi “oda sen azgınlardansın diyerek” onun üstüne yürüdü. Köle onun kendisine de vuracağını anlayınca “dün adamı öldürdüğün gibi bugünde beni mi öldüreceksin” dedi. Musa o yaygaracıyı bıraktı ve oradan uzaklaştı.

Ama artık Musa anlamıştı ki insanın haklı olabilmek için “mazlum” görünmekten çok daha fazlasına sahip olması gerekirdi. Ve mazlum görünmesi bir insanın zalim olmayacağı anlamına gelmezdi. Ve yapması gereken haklı haksız iyice belleyip öyle hareket etmekti. Zira görüntü bazen ve hatta çoğu kere aldatıcı olabilirdi.

Ustabaşını öldürdüğü haberi saraya ulaşmıştı ve ileri gelenler prense ne yapacaklarını tartışırlarken ötelerden biri geldi ve Musa'ya “kaç buralardan” dedi. Ve Musa kaçtı. Nereye gideceğini bilmiyor sadece kaçıyordu. Derken kader onu Medyen'e getirdi. Medyen'de bir çeşme başında koyunlarını sulayan çobanlar ve çobanlar onları rahatsız ettiği için kendi koyunlarını sulayamayıp onların gitmesini bekleyen kızları gördü ve kızlara yardım etti.

Kızların babası Şuayb Musa'yı görünce onu tanıdı ve bu merhametli, iyi eğitim görmüş gence yardım etmek istedi. Aslında Musa amaçsızca kaçarken terbiyesini tamamlayacağı yeri bulmuştu. Zira insan bulamazdı ama insana özünde taşıdığı hürmetine buldurulurdu. Ve Şuayb onu alıkoymak için 10 yıl çobanlık etmesine karşılık kızlarından biriyle evlenmesi karşılığı orada alıkoydu. Zaten Musa'nın gideceği başka bir yer de yoktu hani. Musa 10 yıl Şuayb'ın terbiyesinde kaldı.

Bir ara Şuayb Musa'nın karar vermedeki tez canlılığı iyice kaybolsun istedi. Ve bildiklerinin ötesinde şeylerin olabileceği kendisine belli olsun diye bir yoldaşla birlikte O'nu "kendisine ilim verilmiş" bir zatı bulmaya gönderdi. Onu kendilerine dendiği şekilde iki suyun birleştiği yere geri döndüklerinde bulmuşlardı. Tek şartı vardı O söylemedikçe Musa soru sormayacaktı. Fakat ne "kendilerine iyi davranan kaptanların gemisine zarar vermesi", ne "masum bir çocuğu öldürmesi" nede "kendilerine kötü davrananların bulunduğu" yerdeki yıkık duvarı tamir etmesi onun için kabul edilebilir değildi. Ama itirazları sonunda yolları ayrılırken aldığı cevap ona yetmişti.

Ve artık vakti gelince Mısır'a dönmek için karısıyla birlikte oradan ayrıldı. Tur-u Sina civarında bir gece aşırı bir soğuk bastırmışken karısı ona bize ısınacak bir şeyler bul deyince etrafına bakındı ve bir ışık gördü. Karısına “oradan biraz ateş alır gelirim hem haber de sorarım” deyip ışığa doğru yöneldi.

Bu Musa'nın hakikatle buluşma anıydı oysa Musa bundan habersizdi. Vadiye girdiğinde ayakkabısını çıkarması istendi. Sonra yerin ve göğün rabbi ona kendini tanıttı. Ve “git firavuna ona yumuşak söz söyle ve beni hatırlat ve İsrail'in oğullarını seninle göndermesini iste” dedi. Musa şaşırmıştı zira O Firavundan kaçmıştı ama Ondan onun karşısına çıkması istenmekteydi. O'da yerin ve göklerin rabbinden yardım istedi. Ejderhaya dönen asa ve koynundan çıkardığında ışıl ışıl parıldayan sağ eli ona işaret olarak verildi. Ve kardeşi Harun ile kendisini desteklemesini niyaz etti. Zira O sarayda yetiştiği için İsrail'in oğullarının konuştukları dili çok iyi konuşamıyordu.

Derken Musa aldığı emir doğrultusunda Mısır'a gidip kardeşi Harun ile buluştu toplumuna kendini tanıtıp insanları eğitmeye koyuldu. Belli bir zaman sonra sıra saraya gidip Firavunla konuşmaya gelmişti. Bunu nasıl yapacaktı zira o toplumda Firavunla sıradan Mısırlılar bile görüşemez ancak seçkinler görüşebilirdi ki nerede kaldı bir köle temsilcisi onunla görüşebilsindi.

Ama on küsür yılda çok şey değişmişti baba Firavun ölmüş yerine onun da yokluğundan istifade üvey kardeşi geçmişti zaten ustabaşının ölümünden sonra O'nun tahta geçmesi de pek mümkün değildi. Derken o prens kimliğini kullandı ve Firavunun karşısına geçti.

Onu özünde İdris'ten ve Yusuf'tan kalmış bazı güzellikler olsa da cahillerce kördüğüme döndürülmüş idraki terk etmeye ve İsral'in çocuklarının kendisiyle gelmesine izin vermeye davet etti. Firavun söylediklerine tanrısal bir işaret istedi onda sağ elini koynuna sokup çıkardı eli etrafa ışık saçmaya başlamıştı derken asayı yere bıraktı ve dev bir ejderhaya dönen asa önüne geleni yutmaya başladı.

Firavun sen bir sihirbaz olmuşsun benim çağıracağım usta sihirbazlarıda yenebilirsen dediklerin kabul dedi. Ve milletin toplandığı bayram günü kuşluk vaktinde karşılaşmak üzere karşılıklı anlaşıldı. O gün için Firavun bütün ileri gelen sihirbazları topladı ve onlara eğer kazanırlarsa kendisinin en yakını olacaklarını ve kendilerini servete boğacağını vadetti.

Sihirbazlar Firavundan aldıkları müjdeyle sevinerek herkesin toplandığı bayram günü kuşluk vakti Musa'nın karşısına çıkmışlardı. Musa onların yapabilecekleri her şeyi yapmalarını istedi ve onların yaptıklarıyla kendisi bile dehşete düştü. Derken Allah Musa'ya “asanı yere at” diye vahyetti. Asa yere atılınca dev bir ejderhaya döndü ve önüne geleni yalayıp yuttu. Şimdi şok olma sırası sihirbazlardaydı zira onlar anlamıştı ki Musa'nın yaptığı sihir değildi. Musa ortaya hakikati koymuştu ve hakikat bütün sahtekarlıkları yok etmişti. Hemen Musa'yı tasdik ederek secde ettiler. Sihirbazların bu halini gören Firavun çıldırmıştı onları Musa'yı tasdikten dönmezlerse öldürmekle tehdit etti. Fakat onlar asla vazgeçmedi. Bu halleriyle sihirbazlar gerçekte çok dürüst kimselerdi zira niceleri vardı ki hakikati görür sonra hırsları, kinleri, kıskançlıkları, öfkeleri sebebiyle ondan yüz çevirirlerdi ama onlar asla yüz çevirmemişlerdi.

Bundan sonra Musa'nın Firavunla mücadelesi yıllarca devam etti. Musa Firavunu her seferinde o yozlaşmış idraki terk edip hakikate tabi olmaya ve İsrail'in çocuklarının kendisiyle gitmesine izin vermeye çağırdı oysa her seferinde onu reddetti. Derken Firavun saltanatı tufan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan ile sarsıldı. Fakat bunların Firavun ve adamlarının inadını kırmada hiçbir faydası olmadı.

Firavun İsrail'in çocuklarının kökünü kazımak için ordu toplarken Allah Musa'ya İsrail'in çocuklarıyla orayı terk etmesini vahyetti. Bir sabah Musa ve İsrail'in çocukları şehirden kaçmaya başladı artlarından Firavun ordusuyla takibe başladı. Onlar kaçtı Firavunun ordusu onları kovaladı. Derken Firavunun ordusu denizin kenarında İsrail'in çocuklarını yakalamıştı ve İsrail'in çocukları Musa'ya şimdi ne yapacağız diyecek olmuşlardı ki Musa'nın “Allah bizimle” sözü üzerine Allah “asanı denize vur” diye Musa'ya vahyetti. Deniz yarıldı. Her bir parçası bir dağ silsilesi gibiydi. Ve İsrail'in çocukları oradan geçerek karşı kıyıya ulaştı.

Muhakkak ki bu yarılma ne ağır ağır ilerleyen ve sığ denizlerde 2-3 metreyi bulmayan gel gitlerdendi nede insanların için de değil yürümek yaşayamayacakları şiddetli bir rüzgar etkisiyledi. Bu kalplerini hırsın, kinin, kıskançlığın kavurduklarının boyun eğmekten kaçtıkları hakikate denizin teslim olmasıydı.

Hırslarının gözlerini kör ettiği, kalplerini duyarsızlaştırdığı Firavun ve ordusu da bir sürelik şaşkınlıktan sonra peşlerinden gitmişlerdi. Ama İsrail'in çocukları karşı kıyıya çıktıklarında artık deniz kapanmaya başlamıştı. Firavun boğulacağı anda Allah'a iman ettiğini ilan etti. Ona “şimdi mi inandın daha önce inkar etmiş ve başkaldırmıştın” dendi.

Bilemiyorum kardeşi bildiğinin inadı ve gözünü kör eden hırsı sonucu olşan bu manzara karşısında Musa sevimiş miydi yoksa içinde ona karşı bir keder mi oluşmuştu?

Ama artık Musa'nın mücadele edeceği yegane insanlar ötekiler değil onunla birlikte olduğunu iddia edenler ve onların fantazileriydi. İsrail'in çocukları Tur-i Sina'ya geldiklerinde Allah Musa'yı 40 günlüğüne Tuva vadisine çağırmıştı. Tezekkür, tefekkür ve tedebbür ile geçen 40 gün sonunda Musa'ya 10 temel emrin yazıldığı taş tabletler verildi. Ve Musa onlarla kavmine geri döndü.

Döndüğünde kavminin altından bir buzağı heykeli yaptıklarını ve ona tazimde bulunduklarını gördü. Öfkeden çıldırmıştı ki Harun'un saç ve sakallarını çekerek ona vurmaya başladı. Harun da buna sırf İsrail'in çocukları birbirlerini kırıyor denmesin diye ses çıkarmadığını ifade etti.

Aslında Musa'yı kızdıran onların salt buzağı heykeli yapmaları değildi onu asıl kızdıran bunca eğitim ve mücadeleden ve mucizeden sonra insanların hala yapmacık olana, sahte unvanlara ve şeylere meyletmeleriydi. Ve terk ettikleri hatta kaçtıkları toplumların fantezilerine öykünmeleriydi.

Zaten her şey bir fantezi olarak başlar sonra bütün bir hayatı kuşatırdı. Bunun sebeplerinden biride hakikatin gerçekte çok yalın ve sade olması olabilirdi. Zira bu yalınlığı ve sadeliğiyle hakikat insana kendini kandırma alanı vermez aksine sorumluluk yüklerdi.

Oysa sorumluluk insanın ömrü boyunca en çok kaçtığı şeydi. İnsan ömrü boyunca “yakınındaki bir yetimi” gözetme, veya “toza bulanmış bir yoksulu” doyurma veya Allah'ın var olduğunu bütün benliğiyle hissedip övgüye layık işler yapma ve “bir birine hakkı, sabrı ve merhameti tavsiye etme” sorumluluğundan kaçardı.

İnsanı cezbeden şey daima kendine sorumluluk yüklemeyen fantezilere dalmak ve hayal aleminde yaşamaktı. Ve aslında insan küçüklüğünden itibaren hep evcilik oynar ve “-mış gibi” yaşardı. Kendi sıkışınca hep yardım edecek birilerini arar ama kendi düze çıktımı ilk olarak daha önce kendine el uzatıp yardım edenlere karşı büyüklük taslardı. İsrail'in çocukları da bu bakımdan diğerlerinden hiç farklı değildi. Ve bunu buzağıyla ispat etmişlerdi.

Derken Allah onları bir memlekete yönlendirdiğinde Allah'ın kendilerine Firavun zamanında yardım ettiğini unutmuş gibi Musa'ya “sen ve Rabbin gidin savaşın” demişlerdi. Ve böylece çölde yaşamakla cezalandırılmışlardı.

Evet insan aynen böyleydi kendisine ne kadar nimet verilmiş olursa olsun, ne kadar ikramda bulunulursa bulunulsun, iş başa düştüğünde ve sorumluluk kendisine yüklenince hemen kaçardı. Madem böyle bir sorumluluğu üstlenemeyeceklerdi Allah da onları çöle hapsetti. Ama hiçbir günahkardan rahmetini esirgemediği gibi onlardan da esirgemedi. Ve onları çölün ortasında düşmanlarından korudu ve onları istedikleri kadar “su”, “bıldırcın eti” ve “kudret helvasıyla” nimetlendirdi.

Bunlar başkaları için çok kıymetliydi ama İsrail'in çocukları da aynen diğer insanlar gibi hiçbir zaman sahip olduğuna bakmazlardı. Zira insan zannederdi ki onu mutlu edecek olan hep başkalarının elindekiydi. Oysa insanı mutluluğa erdiren elindekiyle yetinmesini ve onu diğerleriyle paylaşmasını bilmesiydi. İnsan ancak bul yolla mutluluğa erebilir ve bu yolla huzura erişe bilirdi. Zira huzura ermenin ilk şartı Rabbinden gelen her şeyden razı olabilmekti ve Rab de ancak o kimselerden razı olacaktı.

Oysaki insan bundan ne kadar uzaktı. O asla burnunun dibindekilere bakmaz ama “gönlü hep yüksekte gezer dem be dem yoldan azardı”. Bu yüzden hep ulaşamayacağı ufukları kovalamayı hayal eder ve hayalleriyle kendini kandırırdı.

Derken vakit Tih çölünü terk etme vaktiydi ama Musa'nın artık bu dünyada kalacak vakti kalmamıştı. Ve o kendinden öncekiler ve sonrakilerin yaptığını yaptı ve Rabbi katında olanı bu dünyanın saltanatına tercih etti. Bu biz saltanat sevdalıları için bir ibretti. Ama biz neredeydik ibret neredeydi.

İsrail'in çocuklarının başına gelenler aslında hepimizin başına geldi. Ve onların hataları aslında bizim hatalarımızdı. Zira bizim birbirimizde pek farkımız yoktu. Bunlar bize eğlence olsun diye değil hep ibret alıp kendimize çeki düzen verelim için anlatıldı.

Şu halde geçmişi övmek ve sövmek için okumayıp ders alanlara ne mutlu!


Bookmark and Share

3 yorum:

gökhan(çatlağın biri) dedi ki...

Merhaba.Öncelikle kalemine ve yüreğine sağlık abi.
Biz muslumanlar bu hikayenin neresindeyiz diye düşünmeden edemedim.Bizlerde hırsla dünyaya sarılan,seçkin ve efendi olduğumuzu düşünerek çevremizdeki kimseleri hizmetçi gören ,elde ettiğimiz makama ,kariyere zarar verebileceğini düşündüğümüz kimselere hakkı,adaleti ve merhameti gözetmeden istisnasız saldıran, onlarla çatışan bonzai firavunlarmıyız yada daha önce yoksun olduğumuz halde nimet verilince şımaran ve hakikati kendi elimizle ürettiğimiz şeylere tercih eden ,zulmu kendimize yapılınca zulum bilen,nankörlerdenmiyiz.Her hal ve durumda hakkı merhameti ve adaleti gözetebilenlerden olmamız duasıyla...

AmaTT dedi ki...

"Bonzai Firavun" tutum bunu :). Duana bütün kalbimle amin diyorum.

gökhan(çatlağın biri) dedi ki...

yorumumda bir yeri yanlış yazmışım düzeltiyorum.
"...hakikati kendi elimizle ürettiğimiz şeylere tercih eden..." yerine "...kendi elimizle ürettiğimiz şeyleri hakikate tercih eden..." olacaktı

Yorum Gönder

Genel ahlak kuralları dahilinde istediğiniz şekilde eleştiri ve yorum yapmakta özgürsünüz!

 
ip adresi
Bu blog BloggerV.com üyesidir.
Related Posts with Thumbnails
Clicky Web Analytics

Düşünce