Mükemmele hayranlık ve bu hayranlığın sonucu ona öykünme kainatta gerek mikro gerekse makro düzeyde çok güçlü bir tutkudur. Ve bu tutku sadece mükemmel ile sınırlı olmayıp varlık için mükemmelin kendini anımsattığı veya kendisini mükemmele ulaştıracak olan her şeye şamil olacak kadar güçlü ve yaygındır. Bu tutkunun mikro düzeyde yansıması sayesindedir ki hayatın da üzerine kurulduğu kimyasal reaksiyonlar oluşma imkanı bulur ve böylece hayat dediğimiz bu aşk sayhası var olur.
Mikro düzeyden makro düzeye tüm alemde tecellileri bulunan bu tutkunun elbet biz insanlar aleminde de pek çok yansıması mevcuttur. Ve bu kutlu akış sebebiyledir ki her birimiz ister istemez aşk hikayeleri karşısında kayıtsız kalamayız da onlardan ayrı bir etkileniriz. Aşk dediğimiz bu tutku hikayelerinin kiminde aşık maşuku elde etmek için her şeyi göze alır ve pek çok zorluğa göğüs gerip sonunda onu elde ederken kimisinde ise aşık kimi zaman onu kaybetme pahasına maşukun mutluluğu için çırpınıp durmaktadır.
Peki aşık ile maşuk arasında nasıl bir ilişki olmalıdır? Bu ilişki "ya benimsin ya toprağın" vecizesinde (!?) ifade edildiği gibi mi olmalıdır yoksa aşık kendini maşukun azat kabul etmez kölesi olarak mı görmeli ve asli görevinin maşuk ile arasında ki en büyük engel olan ve Mevlana'nın putların en büyüğü dediği "beni" aşmak ve böylece tamamen maşukta yok olmak olduğunu mu kabul etmelidir?
Aşkın insan başta olmak üzere bütün varlıkların mükemmel yani subhan olana öykünmesi sonucu oluşan tutkunun adı olduğu kabul edilirse insanın mükemmel karşısındaki O'nu sahiplenme yaklaşımının bir sapmayı O'nu sahip bilme yaklaşımının ise olması gereken olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Yine "ya benimsin ya toprağın" mantığıyla kurulan bir ilişki de aşık olunan acaba maşuk mudur yoksa aşık olduğu iddiasındaki aslında kendi benine aşıktır da yaşadığı bir yanılsama mıdır? Bana göre elbet aşık olunan her istediğini elde etmek isteyen "bendir" ve yaşanan bir yanılsamadır. Çünkü kişi ben dediği sürece aşk diye bir şey yoktur.
Zaten aşk aslında ne kuralları kişiden kişiye durumdan duruma değişen bir şizofren hezeyanı ne de 40 kurallı bir seremoniler yığınıdır. Hele aşk hormonel taşkınlık sonucu oluşan iki cins arasındaki bir çeşit oyun hiç değildir. Aşk tek kuralı maşuk olan ve varlığa hayat vererek aslı olan tutkunun bizzatihi kendisidir.
Aşık ile maşuk istekleri arasındaki ilişki ne nehir ile somon balığı arasındaki gibi akışa rağmen ve akışın aksine bir ilişkidir nede akışın kendisini yönlendirdiğini umursamayan ve kendine akışa rağmen alan oluşturmaya çalışan sazan ile akış arasındaki ilişkidir ama belkide kendini akışa bırakan ve akış onu nereye götürürse oraya giden dal parçasıyla akış arasındaki ilişkidir.
Aşık için önemli olan kendi “ben”inin istekleri değil de maşukun “benidir”. Sonunda onunla özdeşleşir ve maşukun mutluluğu aşıkın mutluluğu olur. Daha doğrusu ilişki böyle bir hal alınca o ilişkiye aşk denir.
Ve bu nedenle olsa gerektir ki maşuku razı etmenin ön koşulu ondan gelen her şeye razı olmak ve onun bunlarla bize neyi öğretmeyi arzuladığını kavramaya çalışmaktır.
Aslında insanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur ve hiç şüphesiz bu aşk hikayelerinin en büyüklerinden biri kimine göre İbrahim ile oğlu İsmail kimine göre de oğlu İshak arasında geçen adama, adanma, razı olma eylemin anlatıldığı hikayedir. Bu hikaye bize, aşık için kalpte maşuktan başkasına yer olmayacağını anlatır durur. Ve bu hikayenin hürmetine Muhammed Mustafa biz Müslümanlar için bu aşk hikayesinin hatırasına her yılın Zil'hicce ayının 10. gününü adama ve adanma ve razı olma Bayramı olarak ilan etmiştir.
Muhakkak ki bu bayram ne yoksullar dahil herkes doya doya et yesin diye ihdas edilen bir et bayramıydı nede bazı organizasyonların bu sayede deri toplayarak veya kurban kesim kampanyaları düzenleyerek ekonomilerini düzeltsinler diye belirlenmiş bir tüketim kampanyasıydı. Hele amaçlanan millet kan görsün de biraz katılaşsın hiç değildi.
Ama amaçlanan bunların çok ötesinde aşkın tecellisi olarak adayanın, adananın ve bunun karşısında rıza gösterenin hatırasının her daim canlı tutulmasıydı. Ve böylece zaman içinde dünyaya saplanıp kalan biz insanların o muhteşem hatıra üzerine yaşamı yeniden asli mecraına kavuşturma gücünü geçmişimizden bulmamızın sağlanmasıydı.
Fakat insan evriminin son aşamasını temsil eden ve sinekten yağ çıkarmasıyla bilinen biz “homoeconomicus”lar böyle bir hatıranın yıl dönümünü de tüketim çılgınlığına çevirmeyi başardık. Bunda kalplerimizi kavuran ve kendi benimizin heva ve heveslerini kışkırtıp bizi olunmaz hedeflere dehleyen kapitalist bakış açımızın etkisi elbette büyüktü. Ve aslında bu hedeften sapmak ve zahiri yerine getirip özü savsaklamak demekti. Ve bu halimizle gerçekte zahiri yerine getirip Cumartesi yasağının ruhunu çiğneyenlere nede çok benzermiş olmuştuk. Oysa onları sürekli lanetleyip de durmaktaydık.
Evet bu bayramdan amaç aşk olsundu. Aşk hatırlansındı. Ve aşk üzere yaşansındı.
Şu halde bunu idrak edip gereğince kendi benini (nefsini) dizginleyen ve kendini akışa bırakıp maşuku razı edenlere ne mutlu!
5 yorum:
"Ama amaçlanan bunların çok ötesinde aşkın tecellisi olarak adayanın, adananın ve bunun karşısında rıza gösterenin hatırasının her daim canlı tutulmasıydı."
inşALLAH , inşaALLAH Rabbim nasip eder; Sizler gibi O'na ve O'nun aşıklarına aşık oluruz.
Hüsnü zannın için teşekkür ederim Mustafacım. Aşıklık bizim için henüz çok uzak lakin senin de yakından tanıdığın aşıkları bize gösterip de aşkın nasıl bir şey olduğunu öğrenmeyi bize nasip edene Hamd olsun.
Bu güzel çalışmalarınız için teşekkürler, iyi çalışmalar dilerim.
Emeginize saglik. Gercekten cok güzel bir konuya deginmissiniz. En güzel ask, tek gercek olan ask, Allah askidir. Allah u Teala herkese nasip etsin insaAllah. Bunu yakalayanlarda bu denli hesap kitaba düsmiyecek, bayrama hakkini verecektir insaAllah.
Saygilarimla
Fatma P.
İlginiz için teşekkür ederim. bulanların hakkını vereceği muhakkaktır. bulanlardan olma hayaliyle yaşayanlara ne mutlu!
Yorum Gönder
Genel ahlak kuralları dahilinde istediğiniz şekilde eleştiri ve yorum yapmakta özgürsünüz!