RSS
email

Kimin izinde?

Her şeyin sebepsiz sebebi olan Allah, kainatı farklılıklar üzerine bina etmiştir. Bu sebepten dolayıdır ki aynı özden yarattığı ve böylece kainatta var olan şeylerin bazısını sert, bazısını yumuşak, bazısını sıcak bazısını soğuk, bazısını öyle bazısını böyle yaratmış ve zıtlıklar arasındaki gerilim ve çekişme ve akış temelinde hayatı var etmiştir. Ve o yüzden hayat statik değil dinamik bir olgudur ve bu sebeptendir ki dinamizm canlıları cezbeden başlıca şeydir ve bunun en güzel göstergelerinden biri de tarihte en çok ilgi çeken şeylerin diğerlerine göre çok az bir zaman dilimini içerseler de çoğunlukla toplumlar arası savaşlar olmasıdır.

Aynı şekilde Allah insanı kendi kendine yetecek şekilde yaratmamış ve bir birlerini tamamlayacak özellikleri insanlar arasına dağıtmıştır. Kimi özellikleri kimilerine fazla verirken başka özellikleri o kimsede azaltmış ve böylece insanı kimi yönlerden üstün başka yönlerden de eksik yaratmıştır. Allah bununla insanları yaşayabilmek için birbirine muhtaç kılmış ve böylece hayatı ancak birbirine omuz vererek yaşayabileceğini insanlara göstermiştir. Ve bu yüzdendir ki insanlar tarih boyunca tek başlarına değil de hep toplumlar içinde yaşamışlardır.

Fakat bu farklılıklar insanlar arasında sanıldığının aksine gerçekte çok büyük orana sahip olmayıp sadece binde bir nispetindedir. Bu bize insanların binde dokuz yüz doksan dokuz nispetinde birbirlerinin aynı olduklarını gösterir. Ama insanlar birbirlerini benzerliklerinden ziyade farklarıyla bilirler. Ve bu yüzden olsa gerektir ki farklılıklarına çok önem verirler.

İnsanlara farklı farklı verilen bu özellikler aslında bir bütünün parçalarıyken ve bütün içinde hepsinin bir yeri ve anlamı varken, insanlar bu özelliklerinden bazılarını önemli bazılarını göz ardı edilebilir olarak görmektedirler. Ya da kimileri diğerlerine göre daha fazla sahip oldukları özellikleri ön plana çıkararak kendilerinin diğerlerine göre seçkin konumda oldukları ve nihai noktada mükemmeliyete ulaştıkları ve hata yapmayacakları düşüncesini gerek kendileri gerekse ve daha çoğunlukla maddi veya manevi açlıklarını gidermek gibi çeşitli sebeplerden çevrelerinde toplanan kimseler direk ya da çoğunlukla üstü kapalı bir şekilde etrafa yaymaya ve kabul ettirmeye çalışır dururlar.

Oysa bu insanın bütün içindeki yerini bilmeyişiyle, kendisine ve çevresine bakışıyla alakalı bir saplantı ve sapışı ifade etmektedir. Ve bunun içindir ki Allah sürekli olarak insanlar içinden doğru bakış açısını insanlara göstererek bu bakış açısını hatırlatacak ve canlı tutacak elçiler seçmiş ve bunların söylem ve yaşam pratikleriyle insanlara bu saplantılı hallerini terk etmeleri gerektiğini bildirmiş ve belletmiştir.

Bu bakış açısı doğrultusunda yaşamlarını düzenleyen kimseleri tarih boyunca örnek kimseler olarak sivriltmiş ve insanların ilgisini ve takdirini onlara yöneltmiştir. Bu yöneltme sonucudur ki hangi öğreti ve anlayış içinden çıktıklarına bakmaksızın vicdan sahipleri hala bu kimseleri hayırla yad edip durmaktadır.

Buna karşı kendisine bahşedilen özellikleri kendi üstünlüğü olarak yansıtmaya çalışan ve bu özellikleri kullanarak Allah'ın kullarını kendine kul etmeye çalışanları Allah yine tarih içinde sivriltmiş ve vicdan sahipleri katında onları lanetlemiştir.

Bu çekişmenin tarih içindeki iz düşümlerini biz Musa ve Firavun arasında mücadelede gördüğümüz gibi İsa ile döneminin sözde Alimleri arasındaki mücadelede de görmekteyiz. Yine bu çekişeme Adem ile başlayan İslam tarihinin Muhammed sonrası döneminde de kendisini Ali ve Muaviye arasında göstermiş ve en bariz ve çarpıcı örneğini Hüseyin ve Yezid arasındaki mücadelede sergilemişti.

Bu mücadele içerisinde gerek Muaviye gerekse oğlu Yezid yönetim tarzlarıyla kendilerini üstün gören ve diğerlerini aşağılayan kralların yollarını izlemiş ve her akıllı kral gibi çevresinde bu tezgahı daha iyi işletebileceği çeşitli kabiliyetten insanları istihdam etmişti. Kralların toplumunun en büyük özelliği sınıflardan oluşması ve yönetimce toplanan menfaatin toplumda adalet ekseninde değil de bu sınıflar arasında her sınıfın ağırlığına ve sisteme katkısına göre paylaştırılmasıydı ve bu haliyle aslında ticari bir şiketi andırıyordu.

Bu şekliyle, bu bakış sapmasından doğan sapkın anlayış gelen ganimeti veya zekatı veya hediyeyi mescide yığıp herkesin haberdar olması için üzerinden birkaç vakit namazın geçmesini bekleyen ve daha sonra bunları ihtiyaç sahiplerine dağıtan ve hatta “yanımda uhud dağı kadar altın olsa onun borcumu karşılayacak kadarı dışındakileri dağıtırdım” diyen ve insanları tebaa değil muhatap kabul eden Muhammed'in anlayışından çok uzak fakat çevrelerinde menfaat grupları tutan ve bunlarla malları paylaşan ve “ey ileri gelenler ben sizin için benden başka bir rab bilmiyorum” diyen ve insanları muhattap değil tebaa kabul eden kralların anlayışına çok yakındı.

Çünkü bu anlayış Samirinin ki gibi somut olanı değerli gören ve ona hakim olmayı, onu ele geçirmeyi, onu kontrol etmeyi önemseyen ve öncelleyen bir analayış olup “senin elinle bir kimsenin hidayet bulması senin için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha değerlidir” idrakinden fersah fersah uzaktı. Ve bu haliyle aslında Adam'den Muhammed'e bütün seçilmiş olanların mücadele ettiği ve düzeltmeye çalıştığı kavrayışın ta kendisiydi.

Bunun karşısında ne peygamberlerin ne de salihlerin yolu onların bu tutumlarına karşı “onlara değil bana tapın” değildi. Ve bunun içindir ki Huseyn de böyle bir talep ve çağrıyla yola çıkmadı. O, ne dedesinin adını kullanarak iktidara geçmek derdindeydi, ne de mistik hezeyanlarla kendisini kaybetmişti. O aklı başında ve ne yaptığını bilir bir halde Muaviye ve Yezid tarafından Muhammed'in pratiğine bu da uyar şeklinde sunulmaya çalışılana karşı kendine düşeni yapmak ve bunun meşru olmadığını ortaya koymak için yola çıkmıştı.

Zira O'nun yetiştiği ocak kendisine “sana biat edeceğim ama bir krala mı yoksa bir peygambere mi biat edeceğime karar vermem gerekiyor bu yüzden seni izlemeli ve gözlemeliyim” diye Adiy b. Hatem'e anlayış gösteren ve on beş – yirmi adım sonra yollarını kesen ve sadece laf olsun diye uzun bir müddet onları tutan ve sürekli konuşan yaşlı kadını, gönlünü yapmadan bırakmayan daha sonra girdikleri odasında oturması için oradaki tek minderi Adiy'e veren ve kendisi yere oturan bunun sonunda da Adiy'in “senin bu yaptıklarını hiçbir kral yapmaz ancak peygamber yapar” diyerek biat ettiği dedesi Muhammed'in ocağıydı. Ve bu ocaktan çıkmak elbette sorumluluk isterdi.

İnsanlık tarihi boyunca her dönem olduğu gibi günümüzde de insanın benini, arzularını, heva ve heveslerini kamçılayan ve insanı kralların adetine çağıran şeytan kökenli söylemler karşısında “herkesin tarağın dişleri gibi eşit olduğunu” ve “birbirleriyle kardeş olmaları gerektiğini” bildiren ve insana her daim haddini bilmesi gerektiğini vaaz eden o kutlu nefese kulak vermek vicdan sahibi herkesin ortak tavrı olacaktır.

Şu halde sorunun bir bakış sorunu olduğunu bilen hayata “dönünce bütün gövesiyle dönen” Muhammedin baktığı yerden bakanlara ne mutlu!

Bookmark and Share

6 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Ahmet.

Bir süredir, yoğunluğumdan yazılarını takip edemiyorum. Ama okuyamadığım tüm yazılarını okumaya başlayacağım.

Yeni yazılarını bekliyorum

Tarafımdan izleniyorsun...

AmaTT dedi ki...

İlgin için çok teşekkür ederim! Ben de artık kendime biraz daha dikkat edeyim :)

Adsız dedi ki...

Piladel bende takip ediyorum. Ancak benim için daha fazla bişi yapmana gerek yok. Bu kadara razıyım. Allah kalemine kuvvet versin. SaygılaAr

A. Hakan ÇAkıcı

AmaTT dedi ki...

Sağolasın piladelim!

gökhan dedi ki...

Merhaba abi;

"Bu mücadele içerisinde gerek Muaviye gerekse oğlu Yezid yönetim tarzlarıyla kendilerini üstün gören ve diğerlerini aşağılayan kralların yollarını izlemiş ve her akıllı kral gibi çevresinde bu tezgahı daha iyi işletebileceği çeşitli kabiliyetten insanları istihdam etmişti. Kralların toplumunun en büyük özelliği sınıflardan oluşması ve yönetimce toplanan menfaatin toplumda adalet ekseninde değil de bu sınıflar arasında her sınıfın ağırlığına ve sisteme katkısına göre paylaştırılmasıydı ve bu haliyle aslında ticari bir şiketi andırıyordu."

Bu alıntıladığım paragraf bir önceki yazı için sorduğum soruya cevab oldu benim için.

Senin söylediğin üzere

Biz O'ndan öğrendik
Sultan olmaya çalışmaktansa
Kul olmaya çalışmanın gereğini
Ve kul olmanın ne demek olduğunu.

O'ndan öğrendiklerimiz üzere bir hayat tesis edebilmemiz duasıyla.
Teşekkürler...

AmaTT dedi ki...

Cevap verebildiysem ne mutlu bana :)

Yorum Gönder

Genel ahlak kuralları dahilinde istediğiniz şekilde eleştiri ve yorum yapmakta özgürsünüz!

 
ip adresi
Bu blog BloggerV.com üyesidir.
Related Posts with Thumbnails
Clicky Web Analytics

Düşünce